Bir adamın derin günlüğü V
biliyor musunuz dostlarım kaç kere bu şehri terk etmeyi istedim. Önüme engel olacak her gücü omuz darbelerimle alaşağı edeceğime inanarak ayakta sapasağlam bekledim; şans ki kimse karşımda durmadı. Sonsuz bir yolculuğa çıkmam için hiçbir güç yolumu kesmiyor aksine elleriyle yolcu ediyorlardı. Yollar benimdi! Şaşkınlığıma diyecek yoktu. O ilk adımı atmak, yeni yürümeye başlayan bir bebeğin ilk adımına verilen tepki gibiydi. Yolcu edenlerin sevinçleri bir an önce gözden kaybolmam yönündeydi, eminim. Yürümeye başladığım an çevremdeki telaşın izdihama dönmesi pek kısaydı; gözden kaybolana kadar.
Üzücü değil mi? Ne beklerken neyle karşılaştım.
Bu benim için yıkımdı. İç kargaşamı temaşa içinde izlemekten nefret ediyorum. Halinden memnun bir insana olmayı hiç istemiyorum.
Şayet halinden memnun insanlar güven vermez sahi kim ne yapsın güveni?
Ah bu kendimle konuşmalarım yok mu, beni benden bezdiriyor…
Güven, ihtiyaç değildir; kandırılmadır. Sorarım bana ilk kırılmaların, göz yaşların ve sinir harplerin vs. güven duyduğun kişiler tarafından gerçekleşmedi mi?
Kayalara çarparak su tanelerini etrafa saçan denizin hırçınlığını hatırladım da, ne demişti öyle?
” Sizsiniz her şeye sebep! ”
Ben, ne iğrenç bir canlıyım. Ah, şu ” hayat ” yolunda kendime çizdiğim yollar neden başkalarının izleriyle dolu? Hiç mi kendime ait bir yolum olmayacak?
Mücadele mi gerekiyor, altından kalkmaya çalıştığım yıkıntılarım yetmez mi?
Sebep mi lazım, bir sebebe sığınacak kadar sığ değil yaşamım.
Ne gerekiyor sadece benim izlerimi taşıyan bir yola sahip olmam için?
Artık çık aklımdan!
Çocukken arkadaşlarımdan dayaklar yerdim. Kimseye gücüm yetmezdi ve bir köşeye sinerek içeme yağardım. Hiçbir zaman gürültüye mahal verecek çığırmayla sesimi duyurmaya çalışmadım. Köşeye sıkıştırıp ağzıma yüzüme küçük elleriyle vuranların haz alan seslerini gık demeden dinlerdim. Yere yıkıp gittiklerinde arkalarından bakardım. Ne bir intikam ne de intiham hırsıyla ” nefret ” besledim. Halimi görenlere ” düştüm ” deyip geçiştirdim. Daha o yaşta benim için sır olacak o güçsüz halimi herkesten sakladım durdum. Evet, bununla övünmüyorum. Aslında, sanırım, galiba övünmeliyim!
O beni hırpalayanların ileri yaşlarda bağırarak ağladıklarına kaç kez tanık oldum ah bir bilseniz. Dünyalarında kendime yer vererek kimselerin duymayacağı izbe yerler arayıp durdum ancak ova olmuş iç alemlerin gölgesi olmazdı. Sırtlarını verecekleri gölgeleri yoktu. İRADE(İSTENÇ)!
Evet dertlerini anlamaya çalıştığımda tanık olduklarım karşısında şaşkınlığımı gizleyememiştim. Küçücüktü. Zamanında o küçük ellerin darbelerini taşıyan bu bedenimdeki izler inanın daha büyüktü.
İçine devrilmeyi beceremeyenlerin yaşam alanına adımlarımı bırakamazdım.
Şöyle ağız dolu dumanı kararmaya başlayan havaya üflemek vardı. Soğukta değil ki, hohlayıp üfleyip bir duman çıkartayım.
Ucu bize dokunmaya her şeyin bağımlısı, ucu bizi delik deşik edenlere ise minnettarız.
Neyse ki her şeyi ardımda bıraktım. Az önce eve girdikten hemen sonra koridorda bulunan boy aynasına taze gülümseyiş bıraktım. Sıcacık. İhtiyacım vardı…
Odanın dip köşesindeki yatağın üzerindeyim. Önümde kağıt, parmaklarımda efkar, gözlerimde devrilmeler var… Pencereden içeriye usulca süzülen yakamozun aydınlığı içimdeki katran havasını aydınlatıyor… Can verenleri görebiliyorum!
Heyhat çok adisin!
Yorum yok